Doğrusunu söylemek gerekirse insanoğlu diğer canlılar gibi dünya üzerinde yaşayan tek tür olmadığının pekala farkında, ancak bir farkla: Bizler diğer türlerin kendimize hizmet etmek için var olduğuna kendimizi inandırmak istiyoruz! İşte "Dünyalılar" bu tezimizi çürütecek anti-tezlerle dolu bir film ve dünyamızı tepetaklak edecek kanıtları sunmaktan kaçınmıyor. Filmin ilk bölümünde insanoğluna "dostluğunu" adamış hayvanların yaşamının başlangıç noktası olan petshopların ve üretim çiftliklerinin içinde bulduğu koşullar içler acısı görüntülerle desteklenerek anlatılıyor. Bu görüntülerde petshoplara satılmak üzere kalabalık kafeslerde bekletilen cins hayvanların sağlık koşullarının kötülüğünü ve veteriner hekim kontrolünden geçirilmediklerini görüyoruz. Sonraki bölümde sokak hayvanları konusu işleniyor. Eğer şanslıysalar-ki nasıl şanssa bu- koşullarının içinde çalışanların vicdanına bırakıldığı barınaklara götürülüyorlar. Kimi barınaklar ise bütçeleri olmadığı gerekçesiyle sahiplendiremediği hayvanları öldürüyor. Daha da üzücü olan bütün bu koşulların bilinmesine rağmen kimi hayvanların bizzat sahipleri tarafından barınaklara terkedilmeleri. Barınakların öldürme biçimleri arasında ilaçlı ötenazi olduğu gibi buna ayırılan bütçenin fazla olduğu düşünülerek oluşturulmuş ve hayvanların 20 dakikada can çekişe çekişe öldükleri gaz odaları da var. Evet, yanlış okumadınız: Nazilerin Yahudileri topluca katlettiği gaz odalarının aynısı barınaklardaki sahipsiz hayvanlar için de reva görülüyor. Ya sokakta? Sokakta ise reva görülen öldürme biçimi ise zehirleme. Kullanılan zehir ise Siyanür. Siyanüre para harcamak istemeyenler içinse çözüm: Tüfekle vurmak. Bu bölümde kullanılan video görüntülerinden bir kısmı Türkiye'ye ait. Türkiye canlı canlı çöp arabalarında preslenen sokak hayvanı görüntüleri ile birlikte kendini tanıtabilecek pek insani(!) bir mecra daha bulmuş gözüküyor. Kaçııın, bir Midnight Express vakası daha! (ironi yaptım, siz bana aldırmayın. "Bakın bu görüntüler Türkiye'den, pek ayıp..." demiyor kimse, hemen savunmaya geçmeyin. Zira dünya üzerindeki hiçbir ülke bu konuda masum değil.) Filmin ikinci bölümü izleyen herkesi gözyaşlarına boğan "Yiyecek" sömürüsünü anlatıyor, yani mezbahaları, hayvanların kesilmeyi kalabalık kafeslerde beklediği et üretim çiftliklerini, uzun lafın kısası: et endüstrisi kurbanlarını. Filmi izleyenler kendilerini birdenbire bir çelişkinin ortasında buluveriyorlar: et yemek ya da yememek! Bir yandan damak tadı, öte yandan üretiminden nakliyesine, kesilmeden önce bekletilen kafeslerden kesilirken reva görülen davranışlara kadar pek çok "uygunsuz gerçek" var ortada! Dolayısı ile film sürüp giderken acı bir vicdan muhasebesi ile baş başa bırakıyor izleyicisini. Sömürü et sektörüyle kısıtlı değil, sırada giyim endüstrisi var. Kürk ve Deri üretiminde kullanılan hayvanların görüntüleriyle devam ediyor film. Tuzaklarla yakalanan hayvanların kafeste yüzülmek için beklerken ne halde olduklarının görüntüleri geçip gidiyor. Çok iğrenç, ben bunu izleyemem diye yarıda bırakmadıysanız filmi, devam edin öyleyse: Karşınızda acımasız kürk endüstrisi! Ey moda yaratıcıları, büyük gazetelerin köşelerini tutmuş moda yazarları, dergi editörleri! Keşke bunları yazabilseniz... Bitmiyor film, çoluk-çocuğu eğlendirmek için gidilen sirklerle devam ediyor. Dans eden filler, ateş çemberinden atlayan köpekler, cambaz maymunlar...Pırıltılı bir dünya, öyle değil mi? Yaldızlarından arındırdığınızda ise küfürle, dayakla, acı vererek eğitilmeye çalışılan sirk oyuncuları gözünüze çarpıyor. Gösteri devam etmeli, İspanya'ya dönüyor kameralar, boğa dövüşleri sıradaki vahşet karşımızda. İspanya denince ilk akla gelen şeylerden biri, milli spor,arkasında kanlı boğa ölüleri bırakan kanlı kahramanlık gösterisi, ciddi bahislerin döndüğü devlet eliyle kumar...İspanya'dan bize ne mi? İşte filmin bir eksiği: Türkiye'deki horoz dövüşlerini, pittbull kapıştırmalarını vs. almamış. Yaşasın, eksik buldum, film eleştirim amacını buldu!(bu da o malum ironilerimden biriydi.)
Filmin anlatıcısı Joaquin Phoenix , filmin müzikleri ise Moby'nin imzasını taşıyor. "Dünyalılar" hayvan ve insan sömürüsü üzerine yapılmış en çarpıcı belgesellerden biri. Uzun lafın kısası "Dünyalılar" filmi izleyicileri derin bir hüznün ve bir sorgulamanın içine gark etti: Bu zamana kadar bize öğretilen üstünlük öyküleri ne kadar doğru? Kendi içimizdeki sömürüye karşı çıkarken neden aynısını başka türlere reva görüyoruz? Filmin sonunda ise 3 belli başlı tür olduğu vurgulanıyor: Doğa, hayvanlar ve insanoğlu. Kısacası hepimizin adına "Dünyalı" deniyor, "Hepimiz Dünyalıyız!" pankartları hazırlasak bize de kızarlar mı acaba?(gene mi Ezgi, gene mi?)
Filmin İF Bağımsız Film Festivali aracılığı ile İstanbul'a da uğradını başta belirtmiştim. Ancak filmi kaçırdıysanız bu linki tıklayarak izleyebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder